İncili, Kayseri ilinin Tomarza ilçesine bağlı bir köydür. Türk mizah karakteri İncili Çavuş'un doğduğu köydür.
İncili, Türkiye |
Kayseri |
Bilgiler |
Nüfus |
835 (2007) |
Koordinatlar |
|
Posta Kodu |
38960 |
Alan Kodu |
0352 |
Yönetim |
Coğrafi Bölge |
İç Anadolu Bölgesi |
İl |
Kayseri |
İlçe |
Tomarza |
Konu başlıkları
- 1 Tarihi
- 2 Kültür
- 3 Coğrafya
- 4 İklim
- 5 Nüfus
- 6 Ekonomi
- 7 Muhtarlık
- 8 Altyapı bilgileri
|
Tarihi
Köyün eski adı Travşın'dır.
Kültür
Köyün gelenek, görenek ve yemekleri hakkında bilgi yoktur.
Coğrafya
Kayseri iline 46 km, Tomarza ilçesine 10 km uzaklıktadır.
İklim
Köyün iklimi, karasal iklimi etki alanı içerisindedir.
Nüfus
Yıllara göre köy nüfus verileri |
2007 |
835 |
2000 |
811 |
1997 |
813 |
Ekonomi
Köyün ekonomisi tarım ve hayvancılığa dayalıdır.
Muhtarlık
Yerleşim yerinin köy tüzel kişiliği alması ile birlikte köyün tüzel kişiliğini temsil etmesi için köy muhtarlık seçimleri de yapılmaktadır.
Seçildikleri yıllara göre köy muhtarları:
- 2004 - Şeref Uzun
- 1999 -
- 1994 -
- 1989 -
- 1984 -
Altyapı bilgileri
Köyde ilköğretim okulu vardır. Köyün içme suyu şebekesi vardır kanalizasyon şebekesi vardır. Ptt şubesi vardır ancak ptt acentesi yoktur. Sağlık ocağı ve sağlık evi vardır. Köye ayrıca ulaşımı sağlayan yol asfalt olup köyde elektrik ve sabit telefon vardır.





Tomarza İncili Köyündeki Halil Dede Türbesi » Tomarza ilçemizde |
|
İncili Köyünün 300 metre güneybatısında tepe üzerinde bulunmaktadır. Hangi tarihte yapıldığı kesin bilinmemekle beraber 1500 yıllarında yapıldığı tahmin edilmektedir. Pınarbaşı'nın Pazarören Beldesinde bulunan Melikgazi 'nin arkadaşlarından biri olduğu türbe moloz taşlarla daire şeklinde yapılmış kubbemsi bir görünüme sahiptir. İçerisinde Besmele-i Kelime-i Tevhid ve İslam büyüklerinin isimleri yazılmaktadır. |
İncili Köyü Türbe Tepesi » Tomarza ilçemizde |
|
İncili Köyü’nün yaklaşık 300 metre güneybatısındaki tepe üzerinde bulunmaktadır. Hangi tarihte inşa edildiğine dair bir delil yoktur. Halk arasında İncili Çavuş’a nispet edilirse de tarihi akış açısından incelendiğinde, bu türbenin Pazarören’de metfun bulunan Melik Gazi’nin arkadaşlarından birine ait olabileceği muhtemeldir. 1987 yılında yıkılmaması için dış tarafı çimento ile sıvanmış olup, iç kısmı orijinalliğini muhafaza etmektedir. |
İNCİLİ ÇAVUŞ
Iİncili Çavuş (d. ? - ö. 1632), Kayseri'nin Tomarza ilçesi Travşın köyünde doğduğu söylenmektedir. 16. yüzyılın ikinci yarısı ile 17. yüzyılın ilk yarısında, I. Ahmet döneminde yaşamıştır. Türk mizah kültürünün önemli kişiliklerinden biridir. Hicri 1042’de (1632-33) vefat etmiştir.
Konu başlıkları [gizle]
1 İncili Çavuş Kimdir?
2 Neden İncili?
3 Fıkralarının Genel Özellikleri
4 Fıkralarından Bazı Örnekler
5 İncili Çavuş Kültür ve Sanat Festivali
6 Türk Sinemasında İncili Çavuş
7 Kaynakça
İncili Çavuş Kimdir?
İncili Çavuş, Türk mizah kültürünün önemli simalarından birisidir. Kimliği hakkında bilinenler sınırlıdır. İncili Çavuş'a çeşitli bölgeler sahip çıkmaktadır ancak Kayseri'nin Tomarza ilçesi Travşın köyünde - sonradan aldığı adıyla İncili köyü - doğduğu söylentileri daha yaygındır[1]. Esas adı Mustafa Çavuş’tur. 16. yüzyılı ikinci yarısı ile 17. yüzyılın ilk yarısında, I. Ahmet döneminde yaşamıştır. Hicri 1042’de (1632-33) vefat etmiş ve İstanbul/Edirnekapı mezarlığına defnedilmiştir[2].
Bir rivayete göre ise, İncili Çavuş'un asıl adinin Firuz Ağa olduğu, Kanuni Sultan Süleyman'ın muhasibi olup, 918 Hicri tarihinde vefat ettiği ve Divan yolundaki banisi olduğu Firuzağa Camii bahçesinde medfun bulunduğundan bahsedilmektedir[3]. 1500-1520 yıllarında Trafşin (yada Travşin) köyünde yaşayanlara Firuz Kethüda Cemaati denilmiş olması, aynı zamanda İncili köyü yakınlarındaki bir mıntıkanın Feriz Ağa Yatağı Mağaraları diye ad¬landırılmış olması da bu bilgileri doğrulayıcı nitelikte görülmektedir.[4][5]
İncili Çavuş’un iyi bir öğrenim gördüğü, Arapça ve Farsça bildiği, zeki, hazır cevap bir siyaset ve devlet adamı olduğu kaynaklarda belirtilmektedir. Tarihçi Naima tarafından aktarılan tarihi kayıtlarda İncili Çavuş’un 4. Murad devrinde İran’ a elçi olarak gönderildiği, Bağdat’ın işgali dolayısıyla gerginleşen Türk-İran ilişkilerini yumuşatmak amacıyla Şah I. Abbas ile müzakereci olarak karşı karşıya geldiğini ve müzakereler esnasında zekası ve açıkgözlülüğüyle şahı ikna ederek Osmanlılar lehine barış yapılmasını sağladığını kaydetmiştir.
Neden İncili?
İncili lakabı ile ilgili olarak çeşitli söylentiler bulunmaktadır. Bu söylentilerden bazıları şu şekildedir: Abdülbaki Gölpınarlı, Kayseri’de bulunduğu 1933-34 yılında eline İncili Çavuş tarafından şeyhülislama hitaben yazılmış bir Arapça, birde Türkçe olmak üzere iki risalesinin geçtiğini ve bu ciltlerin birinde bulunan iki küçük risalede Muhammed’in adının, İncil’de geçtiğinin bildirildiğini belirtmektedir. Buradan hareketle Gölpınar’lı yaptığı çıkarım ile İncili lakabının bu nedenle verilmiş olacağını yazmaktadır (Türk Ansiklopedisi). Diğer söylentiler şu şekildedir: Düzenlenen bir ok yarışmasındaki başarısı üzerine padişah tarafından kendisine çavuşluk rütbesinin verilerek kavuğuna bir inci takılmasından ya da bıyıklarına inci takarak eğitime çıkmasından kaynaklanmaktadır[6].
Fıkralarının Genel Özellikleri!
İncili Çavuş fıkralarının mihverini genel olarak sarayda ve saray çevresinde bulunan çok renkli tiplerden oluşan insanlar, bu insanların toplum hayatındaki tutum ve davranışları meydana getirmektedir. Onu diğer musahiplerinden ayıran ve fıkralarıyla yaşamasını sağlayan en önemli husus bu fıkralarda sosyal ve insani değerlerin yer almasıdır. Böylece halk, İncili Çavuş’u saray ve çevresini eleştirmek ve gülünç hale getirmek için iyi bir temsilci olarak benimsemiş, bu çevre hakkındaki duygu ve düşüncelerini ifade etmede onu bir aracı haline getirmiştir. İncili Çavuş, padişahın yakını olarak, gördüğü her aksaklığı alaya almış hatta zaman zaman padişah bile onun güldürücü ve iğneleyici sözlerine hedef olmuştur. İncili Çavuş’un kalıcılığını sağlayan da halkın onu benimseme ve sahiplenme duygusudur.
İncili Çavuş'un bürokrat kimliği, fıkralarına belirleyici bir şekilde renk vererek onu diğer mizah karakterlerinden ayıran özelliğidir.
Genel olarak fıkralarda ayrıntı yerine bir-iki cümlelik çarpıcı nükteler bulunmasına karşılık İncili Çavuş fıkralarında bu özelliğin görülmemesi, bunların meddah geleneği doğrultusunda bir gelişme izleyerek günümüze ulaşmasında kaynaklanmış olmalıdır. Gerçekten de 19. yüzyıl meddahlarının en çok söyledikleri hikâyeler arasında İncili Çavuş fıkralarının yer aldığı bilinmektedir. Bundan dolayı bazı araştırmacılar İncili Çavuş’u meddah olarak kabul etmektedir[7].
Fıkralarından Bazı Örnekler
Mangal
İran'lıların en meşhur özelliklerinden biri övünmek, bir şeyi överken abartmaktır. O kadarki Acem mübağalası halkımızın dilinde büyük abartılar için kullanılan bir deyim olmuştur. İran elçiliği sırasında Şah Abbas'ta İncili Çavuş'a ve arkadaşlarına zenginliğini ve sarayın ihtişamını gösterip öğünmekle istemişti. Şah'ın kapağı çok kıymetli zümrütlerle incilerle süslü bir altın mangalı vardı. Kapağın üstündeki kulpuna da göz ve gönül kamaştıran bir büyük elmas oturtulmuştu. Mihmandarlar, Türk elçilik heyetine şahın sarayını gezdiriyorlardı. Misafirler bir odayı inceleyip bir başkasına geçerlerken hademeler bu mangalı başka bir odaya götürürler, böylece sarayın bütün odalarında böyle kıymetli mangallar bulunduğu hakkında ziyaretçilerde bir kanaat uyandırmaya çalışırlardı. Saray gezildikten sonra Şah, Türk heyetini kabul etti:
- Sarayımızı nasıl buldunuz, yoruldunuz mu? dedi.İncili bu suale:
- Pek güzel, sarayınız çok büyük ve muhteşemdir, gezmekle bitiremedik. Çok yorulduk ama mangalınızda bizimle berarber yoruldu! diye cevap vermiştir.
Ocağına Dikersin
Zulüm ve haksızlık yapmakla tanınmış vezirlerden biri evinin bahçesini tanzim ediyordu. İçlerinde İncili'nin de bulunduğu saray erkanına;
- Şuraya havuz yaptırayım, şuraya gül, şuraya erguvan diktireyim diye anlatıp danışıyordu. Derken bir incir ağacını göstererek
- Şu ağacı söktürüp atacağım! deyince, İncili Çavuş dayanamayıp dedi ki:
- Efendim bu incir ağacını bırakınız dursun, elbette bir gün birinin ocağına dikersiniz.
Adamına Göre
İncili Çavuş bir zamanlar Osmanlı elçisi olarak Fransa'ya da gönderilmiş. İncili'nin kara kuru kılığına bakarak küçümseyen Fransa kralı demiş ki:
- Bana senden başka gönderecek adam bulamamışlar mı?
İncili Çavuş şu cevabı vermiş:
- Osmanlılar, adama göre adam gönderirler. Beni de sana göndermelerinin sebebi bu olsa gerek! (Seratlı, 2004).
ÖZRÜ KABAHATİNDEN BETER
1.ahmet zamanında yasayan(1603-1617) incili cavus isimli birisi varmiş.bu kişi turk tarihinde nasrettın hocadan sonra gelen en buyuk bir hazırcevapmiş.incili cavusa hazırcevaplılıgı yuzunden vezirler komutanlar pek yanasamazlar hatta rahatsız bile etmezlermiş.bu yuzden arkasondan pek dedikodusu yapılırmiş ki bunlar padisahın kulagına kadar gelmiş.
huzuruna cagırdıgı incili cavus'un karakteri padisaha gider gitmesine de nukteden de geri kalmaz.hatta incili cavus'u alt etmek için içten içe plan da yapar ve bir gun der ki incili;oyle bir kabahat işle ki ozrun kabahatınden buyuk olsun ,bir hafta muhlet sana.
incili el etek oper cekilir baslar dusunmeye.padisah sarayda dolasırken incili cavus'u gordukce bıyık altından guler;kendi kendine boburlenir bulamadı diye.
ve sure biter. sarayı dolasıp tahta dogru giderken tez cagırın incili cavus'u muhlet doldu der. incili ,boynu bukuk nefes nefese padisahın arkasından hiç tereddutsuz kalcasına cimdik atar.padisah neye ugradıgını sasırır hiddetlenir bre densiz bu ne cüret kellen govdene agırmı geldi diye celallenir.incili cavus sırıtarak cevap verir.
''kusura kalma padisahım esiniz zannettim '' der
SAĞIR VE DİLSİZ
İncili Çavuş, İstanbul'da bir ara beş parasız kaldı. Karşıya geçip bir arkadaşından borç para istemeye karar verdi. Ama geçmek için kayıkçıya verecek parası da yoktu. Evinden çıktı, düşünceli bir şekilde iskeleye vardı. Bir kayıkçı, bunu kayığına aldı. Nereye gideceğini sordu. İncili Çavuş sağır ve dilsiz numarası yaparak, eliyle karşıyı işaret etti. Kayıkçı, bunu alıp karşıya geçirdi. Buda başka bir yeri işaret etti. Oraya götürdü. Bir başka yeri gösterdi. Kayıkçımızın da sabrı tükenmişti. İnciliye verip veriştirmeye başladı. Ama onu da ineceği yere götürdü. incili, kayıktan inerken. konuşmaya başladı
Gel bakalım kayıkçı evladım. Sen buraya getiresiye kadar bana verip veriştirdin Şimdi Karakola gidelim de şu sövdüklerinin hesabını ver Ondan sonra da ben senin hesabını ödeyeyim...
Kayıkçı baktı pabuç. pahalıya mal olacak, kayığı da bıraktığı gibi kaçmaya başladı. İncili de böylece, parasızlığını belli etmeden, arkadaşına ulaşmış oldu.
ELÇİYE DERS
Bir yabancı elçiyi padişah kabul edecekti. Bu elçi, ülkesinin çok varlıklı olduğunu göstermek İçin,.ne kadar altın, inci, elmas gibi süs eşyası varsa, bunları üstüne başına takıp takıştırıp huzura çıkmak istedi. Saray görevlileri bu adamın yaptığı garipliğin önüne geçmek istiyorlardı ama ne yapacaklarını bilmiyorlardı. Hemen akıllarına İncili çavuş geldi:
-Aman çavuş, şu adamı sen yola getirirsin Ne yapacaksan yap şu haline engel ol
İncili, 'Çaresini buluruz' dedi. Bir süre düşündü. Sonra atın- inci karışımı sedef kakmalı bir çift takunyayı onun gireceği tuvalete koydu. Adam tuvalete girip bunları görünce şaşırdı. Çıkınca İncili Çavuş 'a sormadan edemedi:
-Altın, inci, sedef kakmalı nalın tuvalete konulur mu? Yazık değil mi? '
İncili, taşı gediğine koyacağı zamanı bulmuştu. Hemen cevabını yapıştırdı:
- Bizim padişahımız böyle süs eşyasına değer vermezler.Elçi, verilen cevabı duyunca, üzerine bakındı, sonra sessizce bunları çıkarıp, huzura girdi
Atla Ne Konuştu?
Asıl adı Mustafa olan İncili Çavuş, Nasrettin Hoca'dan sonra en büyük Türk fıkra kahramanlarından biridir.
İncili Çavuş unvanını, Padişah IV. Murat'ın başlığına takdırdığı inciden almıştır. Şakacılığı ve hazır cevaplığıyla tanınmış olan İncili Çavuş, İran'a elçi olarak gönde¬rilmişti Hediyelerle ve bir heyetle birlikte İran Şahı'nı ziyaret edip gerekli görüşmelerde bulunarak İran'daki programı tamamlamıştı. Artık İstanbul'a dönülecekti.
İran Şahı, Türk elçilik heyetine görkemli bir uğurlama töreni hazırlatmış, ileri gelenleri ve halkı toplatmıştı.
İncili Çavuş’a bir at hediye etmiş ve: "Bu küheylan benim sana hediyemdir. Yolculuk esnasında binersin.” demişti. Ama bu hu öyle bir attı ki; uyuz mu uyuz, cılız mı cılız, zayıf mı zayıf. Üf desen yıkılacak. Ayakta zor duracak kadar yaşlı.
İncili Çavuş adeta kendisiyle alay edilircesine böyle bir at hediye edilmesi karşısında bozulmuş, ama bozuntuya vermeden ağzını atın kulaklarına götürerek bir şeyler söylemiş. Sonra da kulaklarını atın ağzına götürerek bir süre dinlemiş ve basmış kahkahayı.
Başta Şah olmak üzere vezirler ve halk, şaşkın şaş¬kın bu manzarayı izledikten sonra Şah sormuş:
"Atla ne konuştun? Sen ata ne dedin? At sana nesöyledi ki, böyle kahkahayla gülersin?"
İncili Çavuş şöyle demiş:
"Ben ata sordum: Ey ruhumun ruhu! Tanır mısın Hz. Nuh'u?"
Şah: "Eee! At ne dedi?" deyince,
İncili Çavuş: "Valla, at bana şöyle dedi:
Nuh da ne ki be gardaş Sırrımı kimseye etme faş
Ben Hz. Adem'e taş taşımışam, taş."
İNCİLİ İLE PADİŞAHIN YOLU YAYLADAN GEÇER
Padişah yine bir sefere gidecektir, İncili Çavuş yanındadır. Atları ile yol alırken, mevsim bahardır. Her taraf yemyeşil bir yayladan geçmektedirler. Padişahın iştahı kabarır ve içinden yiyecek bazı şeyler geçmektedir. İncili’yi denemek için “Bak İncili şu yaylayı gördün mü?” diye sorar. “Evet gördüm” der. “Şimdi burada neler lazım” deyince hazır cevap İncili, “Pişmiş top yumurta, pişmiş top patates ama taze soğan da olsa iyi olur hünkârım” der. Başka bir şey konuşmadan yola revan olurlar. Bir yıl sonra yine aynı yaylaya uğrarlar, Padişah İncili’yi deneyecek ya sorar “Ey İncili o dediklerin ne ile tatlı olur” deyince “Tuz ve toz biber ile pek tatlı olur sultanım, unuttu mu sandın, buradan gideli daha ne oldu bir sene anca doldu sanırım, aklımdadır” diye bir sene evvelki soruya cevap verir ve hazır cevap olduğunu bir daha gösterir.
PADİŞAHIN İNCİLİYİ BULMA ÇABASI
Bir gün İncili Çavuş zamanın padişahına kırılır. Ortalıktan kaybolur. Her yerde aranmasına rağmen, bir türlü bulunamaz. Padişahın kendisinin nükteli sözlerine ve sohbetine ihtiyacı vardır ama İncili ortalarda görünmez. Padişah adamlarına İncili’yi bulmalarını emreder. Ama ne mümkün incili bulunamaz. Çünkü İncili Çavuş dağda bir Yörük çadırına gitmiş yörüğe yayıkçı (Turfan yayan) olarak çırak durmuştur.
Padişah İncili’yi kendi yöntemi ile bulmaya çalışır. Aklına bir formül gelir. Bir altın saban ile bir de altın boyunduruk (öküzleri tarlada çift sürerken birbirlerine yan yana durmasını sağlayan ve saban ı çekmeye yarayan ağaçtan bir alet) yaptırır, şehrin en işlek yerine koyar, başına da iki adam koyup “Altından yapılmış bu saban ve boyunduruğa halkın fiyat belirlemesini sağlayın. Kim buna fiyat belirlerse onu yakalayın. O ya incilidir ya da onun yerini bilen biridir” der.
Onlar orada dura dursun bizim İncili ormandaki yörük çadırında yayık yaymaya devam eder. Ve çarşıya yağ peynir satmaya gidip gelen yörük ağasına “Çarşıda ne var ne yok?” diye sorarmış?
Ağa o gün “Çarşının tam ortasına bir altın saban ile altın boyunduruk koymuşlar fiyat biçin diyorlar. Onun fiyatı mı biçilir değil mi ağam?” demiş. Bunu duyan İncili ertesi sabah çarşıya hazırlanan ağasına “Ağa bugün o çarşıdaki saban ile boyunduruk olan yere var, deki Nisan ayı yağar da Mayıs ayı öğünürse bu altın saban ile altın boyunduruğun kıymeti biçilmez. Ama Nisan ayı yağıp da (yağmurdan bahseder) Mayıs ayı öğünmezse padişah efendi bunları kırsın kırsın başına çalsın. Allah vermek istemezse alet altın olmuş ağaç olmuş neye yarar, deyiver” demiş.
Ağa da “Oğlum ben bunları nasıl diyeyim. Beni asarlar deyince, sen korkma onların fiyatı odur onlar memnun olurlar”, demiş. Zavallı Yörük, bacağında kocaman şalvarı başında külahı ayağında çarığıyla çarşıda o aletlerin yanına varır “Çekilin ben bunlara fiyat biçeceğim” der. Hemen çekilirler ve yörüğü dikkatle dinlemeye başlarlar. “Arkadaşlar” der Yörük, “Nisan yağar Mayıs övünürse bu altın saban ile altın boyunduruğun kıymeti biçilmez, Nisan yağıp Mayıs ayı öğünmezse padişah bunları alsın da kırıp başına çalsın. Deyiverince apar topar yakalanır ve padişahın huzuruna çıkarılır. Devletlûmuz sizin altın aletlere bu şahıs fiyat biçti çok da acılı konuştu. “İncili Çavuş bu mudur?” deyince Padişah, “Bu değildir ama bu İncili Çavuş’un nerede olduğunu bilir” der. Biraz korkutulup sıkıştırılan yörük efendi “Benim çadırda bir çırak var o ‘bunların pahası budur’ dedi, ben de söyledim” der. padişahın adamları hemen gidip çadırdan inciliyi alıp saraya getirirler huzura çıkarırlar. Padişah İnciliye “Ne oldu İncili saraydan neden kaçtın, çok mu sıkıldın? diye sorar. “Padişahım seni sevmekten bıktım onun için saraydan uzaklaştım” deyince Padişah “İncili sana ceza verecektim, sonra vazgeçtim. Sen biraz zalimsin ama bana da çok lazımsın, ancak seni bir şartla af edeceğim” der. “Nedir padişahım?” diye sorar İncili “Sen bir kabahat işleyeceksin ve akabinde özür dileyeceksin, özrün kabahatinden daha kötü olacak, seni belki o zaman affederim” der ve olay biter.
Saray bahçesinde biraz oturduktan sonra saraya çıkmak üzere hareket ederler. İncili elinde bir fener önde padişah, merdivenlerde yürürken tam merdivenin orta yerinde İncili elindeki kandili söndürür ve döner padişaha, onu iştahla öper. Bir de oh çeker. Padişah “Bre küstah sen ne yaptığını sanıyorsun” deyince “Af edersin devletlum seni Hanım Sultan zannettim” diye cevap verir ve Padişahın söylediği gibi özrü kabahatinden büyük ve kötü olur ancak affedilir.
PADİŞAHA AKIL VEREN İNCİLİ’NİN BAŞINA GELENLER
Yine bir gün padişahın boş günleri ve zamanları hep İncili ile geçmektedir. “Ey incili sana bir saray sırrı vereyim, ama ikimizin arasında kalacak, kimseler duymasın. Bu derdimi kimseye açamadım sana sır veriyorum, yengenle uzun süredir küsüz, yengen bana soğuk davranıyor” der. İncili de “O iş kolay padişahım” deyince Padişah “Nasıl?” diye sorar. “Padişahım yatak odasını ikiye böldür yenge bir bölümde sen de bir bölümde güzel bir cariye al, sen padişahsın ne korkarsın o zaman Hanım Sultan sana daha çok ihtimam ve ilgi gösterir ve sana küsmez” der. Padişah bu fikri beğenir hemen emir verir yatak odasını ikiye böldürür. Ve Hanım Sultan birinde yatarken öbür odaya bir cariye alır ve gülüşüp oynaşmalarla birkaç gece geçer: İki üç gün Hanım Sultan’ın yanına varmaz ve bu duruma fazla tahammül edemeyen Hanım Sultan hatadan döner. Padişah’tan özür diler ve barışırlar. Cariye yerine gönderilir amma Hanım Sultan’ın içini bir kurt kemirmektedir. Kocasına derki: “Devletlü Sultanım bu ayrı cariye alma fikrini size kim söyledi?” deyince Padişah “Ben kendim düşündüm, benim bu kadar aklım yok mu?” der. Hanım Sultan ise “Estağfurullah efendim tabi siz de bulursunuz da biz seninle bir aydır dargınız, kırgınız evvel neden aklınıza gelmedi diye tereddüt etim de. Bunu lütfen bir padişah gibi cevaplayın” der. Hanım’ın İncili’ye kızacağını düşünmeden “Canım bizim İncili ile konuşurken ona söylemiştim o da bu fikrini söyledi. Ben de uyguladım ne var bunda?!” diye ağzından kaçırır. Bu yenilgiyi hazmedemeyen Hanım Sultan, İncili’ye kızar ve ilk fırsatta İncili’nin bir hatasını arar ve bir ufak hatayı büyütür. Onun saraydan uzaklaştırılmasını ister. Padişah, Hanım’ı bu fikrinden vazgeçirmeye muvaffak olamaz ve İncili’yi yanına çağırır “İncili, biz Hanım Sultan ile barışınca ikimizin kurduğu planı sordu ben de ‘bir şey çıkmaz’ diye ağzımdan kaçırdım. Şimdi sana kancayı taktı her fırsatta senin saraydan gitmeni ister biraz uzaklaş bakalım Hanım’ın siniri yatışınca seni yine çağırır o da senden vazgeçemez” der. “Yalnız saraydan uzak kaldığında harcamak üzere dile benden ne dilersen” deyince İncili “Çok değil padişahım. Bir at, bir heybe gözü de altın isterim” der. Padişah da “İhtiyacın olur heybenin iki gözünü de altın doldurtayım” deyince İncili “Hayır efendim olmaz bir göz yeter” der ve istekleri yerine getirilen İncili Çavuş sarayın bahçesine gelir. Atı binek taşına yanaştırır, Hanım Sultan İncili’yi sarayın penceresinden seyretmektedir.
Heybeyi atın bir tarafından atar, öbür tarafına düşer, bir taraftan atar öbür tarafa düşer. Derken bu iş böyle öğleye kadar devam eder. Hanım Sultan bu duruma çok kızar ve yukardan İncili’ye seslenir: Bre salak adam heybenin öbür gözüne de biraz altın koy da heybe atın üstünde dengeli dursun. İncili’nin beklediği an gelmiştir ve hemen cevabı yapıştırır: Olmaz sultanım asla. Zaten ne çekiyorsam öbür gözün yüzünden çekiyorum bırak öbür göz boş dursun.
Çok soğuktur ayrı gözdeki hanımın yüzü.
Dilim lal olsaydı da söylemese idim padişahıma o bir çift sözü
diye Hanım Sultan’a sitem edince Hanım Sultan,”Gel gitme başımın belası sen bu saraya padişah kadar lazımsın” der ve İncili’yi affeder o da sarayda kalır.
DENGESİZ MİSAFİR
Bir gün bizim incili çavuşun memleketinden tanıdığı birisi İncili’ye misafir olur. Tabi İncili saraydadır. Olacak ya o gün de İncili’nin sarayda vezir vüzera ile sohbet toplantısı vardır. İncili misafiri şöyle bir süzer ve misafirin biraz geveze ve dengesiz olduğunu görür, toplantıya götürmek istemez. Tabi kendisi de gitmez ama toplantılar. İncili olmazsa tatsız olur. Hani kambersiz düğün mü olur derler ya işte bu da öyle. Hemen İncili’ye Padişah adam gönderir ve hemen toplantıya gelmesini söyler. Gelen adama “Benim bugün misafirim var. Beni mazur görsünler ben gelemeyeceğim” der. Adam gider hemen geri gelir, “Misafirini de alıp gelsin dediler efendim”der mecbur kalır gitmeye ama misafire de güvenemez.
Aman hısım bugün bir toplantı var oraya gideceğiz, sana bazı tembihlerim olacak bunlara iyi kulak ver orada hep büyük adamlar vardır. Beni ve kendini mahcup edecek bir hareket yapma,
Bir. Kalkacağın yere sakın oturma, yerini iyi seç.
İki. Üzerine söz düşmezse konuşma, söz arasında zırtaboz (lüzumsuzluk) olma, sana gelecek mahcubiyet bana gelmiş olur.
Üç. Sakın ha istemeden de bir şey verme, aman ha ortamı fazla germe.
der ve kalkıp ayanlar toplantısına giderler. Orada bulunanlar misafire de güleryüz gösterirler. İncili’nin hatırına ama misafir bunu hak bayram sanır gider ta başköşeye oturur: Vezir geldi kalk bakalım, bir geri hoca geldi kalk bakalım, iki geri ağa geldi kalk bakalım, üç geri derken adam kapı ağzını bulmuştur. İncili gerilerde bir yere oturur hiç yerinden kalkmaz. Misafir ilk tembihe uymamış, sanki İncili’yi hiç duymamış. Bizim İncili daha birinci hatayı telafi edeyim diye düşünürken, adam hemen ikinci şoku yaşatır “Arkadaşlar beni hiç sormuyorsunuz ben misafirim, İncili Mustafa Çavuş’un köylüsüyüm, bir de eşeğim var. Biz bununla köyde çok iyi arkadaştık bu ne gidiydi bir bilseniz orada da böyleydi heç bir meclisten geri galmazdı” diye devam edecekmiş ki, orada bulunan ulemadan biri hemen sözünü keser ve sus be densiz adam sorulursa cevap ver, lüzumsuz konuşma diye azarlar. Bu arada toplantı bitmiş sohbet başlamış ortaya yenmek için meyve gelmiş meyvenin arasında birde büyükçe karpuz varmış. Onu kesmeye bıçak yok zanneden, bizim misafir hemen bıçağını çıkarır karpuzu kesecek adama, “Bıçak heriflerde olur işte bıçak” der ve uzatır. Ve çok süslü bir o kadarda güzel gümüş kakmalı saplı olan saldırma bıçağını uzatıverir.
Vezirin birisi bir bakar bıçak yaman, bu bıçağa sahip olmanın hilesini arar. Adama derki: şu bıçağı bana versene. “Alır bu bıçağı nereden buldun” diye misafire sorar o da bu bıçak benim babamın babamdan kaldı bana başına da çok iş geldi. “Boş ver üzümünü ye bağını sorma” deyince vezir “Bu bıçak benim babamın idi babamı öldürenler bu bıçağı almışlar bunun babası benim babamın katilidir, bu adam tez yakalana ve hapise atıla” diye emir verir. Bizim misafiri yaka paça ederler tam götürüp hapse atacaklar İncili “Efendiler burada bir usulsüzlük var, bu adam benim misafirim. Şimdi ben bunu size teslim edemem, mahkeme olmadan delil olmadan bu işler olmaz bunu ben evime götüreyim, yarın size teslim edeyim muhakeme olsun cezası varsa çeksin” der vezir “Olmaz sen bunu götürür buna akıl verirsin şimdi tutuklayacağız” deyince İncili “Vallahi billahi ben bunun şahsına akıl vermem” der misafirini alır evine götürür adamı. “Eşeği bir yemleyelim diye ahıra indirir adama şuraya dur” der ve eşeğin kulağını bir eliyle tutar ve “Ulan be eşek oğlu eşek ben sana kalkacağın yere oturma demedim mi” der ve eşeğe iki fiske vurur. Tekrar kulağını burkar, “ulan be eşek oğlu eşek ben sana söz üzerine düşerse konuş zırtapozluk yapma demedim mi” der iki fiske daha vurur tekrar kulağını eşeğin burkar “ulan be eşek oğlu eşek ben sana istemeden bir şey verme demedim mi” der iki fiske daha vurur yine eşeğin kulağını tutarak “ulan be eşek oğlu eşek yarın seni tutuklayıp mahkemeye çıkaracaklar orada deki bu bıçak benim dedemin katilininmiş babam oğlum böyle bıçak büyük adamlarda bulunur bizde ne arasın amma dedeni öldüren adam düşürmüş gücüm yetip de adamı bir türlü bulamadım derdi işte bu vezirin babası benin dedemin katildir ben de bundan davacıyım de davadan vazgeçmek isterlerse sakın vazgeçme sana ömür boyu yetim aylığı bağlarlar o zaman vazgeç tamam mı eşek oğlu eşeğim” der. Eve çıkarlar ertesi gün adam tutuklanır muhakeme edilir ve İncili’nin söyledikleri tıpı tıpına uygulanır ve Misafire aylık bağlanır vezir İncili’ye sitem eder “Sen adama akıl verdin yoksa adam böyle kendisini savunamazdı” deyince İncili “Vallahi vezir efendi ben onu şahsına bir akıl vermedim ama akşam eşeğini yemlerken eşeğe bazı şeyler mırıldanmıştım. Eşekten öğrendi ise bilemem adam o kadar da anlayışlı değildi” der.
İncili Çavuş Kültür ve Sanat Festivali
İncili Çavuş’un hatırasını yaşatmak amacıyla, Kayseri’nin Tomarza ilçesinin İncili Köyü’nde 1993 yılından beri her yıl hemşehrileri tarafından kültür sanat festivali düzenlenmektedir. Tomarzalılar, İncili Çavuş'a duydukları sevgi nedeniyle doğduğu köy olan Travşın'ın adını İncili olarak değiştirmişlerdir. Bu şenliğin bir amacı da İncili Çavuş’u tüm dünyaya tanıtmaktır[8].
Türk Sinemasında İncili Çavuş
İncili Çavuş, Türk sinemasında da konu olarak işlenmiştir. Yönetmenliğini Semih Evin'in yaptığı 1951 tarihli filmde İncili, müzikal bir komedi içerisinde, İsmail Hakkı Dümbüllü tarafından[9]; 1968 yılında yönetmenliğini Nişan Hançer'in yaptığı filmdeyse Saadettin Erbil tarafından canlandırılmıştır[10].
Kaynakça
1.^ Şahsiyetler
2.^ (Yıldırım, 1976)
3.^ Süleyman T. Ozzoroğlu'nun İncili Çavuş'un Güzel Resimli Latifeleri adlı kitabı
4.^ Dilimiz
5.^ (Albayrak, 2000)
6.^ (Albayrak, 2000)
7.^ Filmler Sinematürk
•Türkmen, F., Osmanlı Kültür ve Sanat Ansiklopedisi, Osmanlı Döneminde Türk Mizahı, s.162
•Yıldırım D., 1976, Türk Edebiyatında Bektaşi Tipine Bağlı Fıkralar, Ankara.
•Albayrak, N., 2000, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, İncili Çavuş maddesi, İstanbul, 2000
•Seratlı, T.G., 2004, Mizahımızın Üç Ustası, Nasreddin Hoca - İncili Çavuş - Bekri Mustafa, Selis Kitapları, İstanbul
•Türk Ansiklopedisi, İncili Çavuş maddesi, Ankara
